Lübnan Savaşı İkinci Aşamaya Girerken
26/07/2006 - 22:11
Alptekin DURSUNOĞLU
Hizbullahın 12 Haziranda Lübnan topraklarına giren bir İsrail askerî birliğindeki 2 askeri esir almasıyla başlayan İsrail-Hizbullah savaşı, hafta başında atılan uluslar arası diplomatik adımlarla yeni bir aşamaya girmiş oldu.
Hizbullahın 12 Haziranda Lübnan topraklarına giren bir İsrail askerî birliğindeki 2 askeri esir almasıyla başlayan İsrail-Hizbullah savaşı, hafta başında atılan uluslar arası diplomatik adımlarla yeni bir aşamaya girmiş oldu.
Kuşkusuz her savaş, diplomatik yollarla varılamayan siyasi hedeflere ulaşmak için başvurulan bir araçtır ve muharebenin başlamasından sorunun siyasi ve diplomatik düzeye taşınması için atılacak ilk adımlara kadar savaşan taraflar, müzakere masasında şartlarını karşı tarafa kabul ettirebilmek amacıyla güç gösterileri yaparlar.
Muharebenin başlamasından, bunalımın çözümüne dönük ilk siyasi adımların atılmasına kadar olan süreç; savaşın birinci aşamasıdır ve bu aşamada taraflar, ortaya konacak çözüm planını kendi lehlerine belirleyebilmek için karşı tarafa üstünlük kurmaya çalışır.
Sorunun çözümü için başlatılan siyasi temaslardan ve getirilen önerilerden itibaren başlayıp barış veya ateşkes anlaşmasının imzalanmasına kadar olan süreç ise savaşın ikinci aşaması olarak nitelendirilebilir. Taraflar bu aşamada da şartlarını karşı tarafa dayatabilecek inisiyatif ele geçirmeye çalışır.
ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Riceın hafta başındaki Ortadoğu gezisinde söz konusu ettiği çözüm önerileri, İsrail Hizbullah savaşının ikinci aşamaya girmesine sebep oldu.
Riceın çözüm önerileriyle başlayan ve Roma toplantısıyla devam edecek olan sürecin muhtemel sonuçlarına geçmeden önce savaşın birinci aşamasına ilişkin bir değerlendirme yapmak yerinde olacaktır.
Hizbullahın iki İsrail askerini esir alması, savaşın resmi gerekçesi olarak ortaya konuyorsa da Lübnanın güney sınırında konuşlanmış bulunan Hizbullah güçlerinden rahatsızlığı bilinen İsrailin, bu güçlerden bir türlü kurtulamamasının, yaşanan savaşın temel nedenini oluşturduğu söylenebilir.
Hizbullahın Libnan İsrail sınırından uzaklaştırılmasını, buraya Lübnan ordu birliklerinin yerleştirilmesini ve Hizbullahın silahsızlandırılmasını öngören 1559 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararı, Hizbullahın iç politikada yürüttüğü başarılı kriz yönetimi sayesinde uygulanamaz hale gelmeye başlamıştı.
Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrullahın dün gece el-Menar televizyonunda, İsrailin bu saldırıyı ekim ayında gerçekleştirmek istediğini; ama iki İsrail askerinin esir alınmasıyla sonuçlanan Hizbullah operasyonunun İsrail savaşının tarihini öne aldığını açıklaması, ekim ayına yönelik savaş planı yapan İsrailin 1559 sayılı karardan umudunu kestiğine işaret ediyor.
İsrailin Lübnan savaşıyla varmayı umduğu stratejik hedefin Hizbullahı silahsızlandırmak ve Lübnan sınırından uzaklaştırmak olduğu açıktır. Elbette bunun sadece İsrail açısından değil, 1559 sayılı kararın mimarları olan ABD ve Fransa açısından da bir stratejik hedef olduğu söylenebilir.
Savaşın ilk aşamasında onlarca tank ve askerle Saar-4.5 tipi bir savaş gemisini kaybeden İsrailin kara ve deniz muharebesine ilişkin riski gördüğü ve saldırılarını tartışmasız üstünlüğü bulunan havadan yoğunlaştırdığı gözlemlendi.
İsrailin hava saldırılarıyla Hizbullahın askeri kapasitesine herhangi bir zarar veremeyeceği birçok analizci tarafından ortaya kondu. Fakat İsrailin sivilleri ve Lübnan altyapısını hedef alan hava saldırılarının, Hizbullahın askeri unsurlarını yok etmeye değil, Lübnan iç bütünlüğünü parçalamaya dönük bir taktik olarak kullanıldığı biliniyor.
Sadeddin Haririnin, Fuad Sinyorenin, Mişel Aunun ve Velid Canbolatın açıklamaları, İsrailin Lübnan altyapısının tahrip edilmesine ve 500ü aşkın sivilin ölmesine sebep olan hava saldırılarının Lübnan iç bütünlüğünü bozmakta ve Lübnanlı diğer etnik ve siyasi grupları Hizbullaha karşı kışkırtmakta başarısız olduğunu gösteriyor.
Yapılan hava saldırılarından hiçbir şekilde etkilenmeyen ve İsrailin kuzey kentlerini füzelerle döven Hizbullahın savaşın birinci aşamasında yürüttüğü klasik muharebedeki başarısı, her kesimden Lübnan halkına moral ve birlik motivasyonu sağladı.
Hizbullahın füze saldırılarında güneydeki Marun er-Ras, Bint-i Cubeyl ve Ayterunu gözlem üssü olarak kullandığını düşünen İsrail, bu bölgeleri ele geçirerek Hizbullah füzelerini körleştirmeyi hedef alan sınırlı bir kara harekatı başlattı. İsrail bu bölgeleri kapsayacak şekilde Lübnanın 5 kilometre kadar içinde bir tampon bölge yaratarak füze saldırılarından korunmayı amaçlıyor.
ABD Dışişleri Bakanı Riceın Ortadoğu gezisini başlatmasından, yani savaşın ikinci aşamaya girmesinden hemen önce başlatılan bu kara harekatı, Hizbullahın şimdiye kadarki tek karşı saldırı silahı olan füzeleri engellemeye, böylece Hizbullahı zayıf bir şekilde çözüm planını kabule zorlamaya yönelikti.
Fakat hava muharebesindeki tüm zayıflığına rağmen, Hizbullahın en hazırlıklı ve iddialı olduğu alan kara muharebesiydi ve gerçekten de İsrailin son bir hafta içinde Marun er- Ras ve Bint-i Cubeyl bölgelerinde verdiği ağır kayıplar, Hizbullahın kara muharebesindeki tartışmasız başarısını ortaya koyuyordu.
İsrailin söz konusu kara harekatının şimdiye kadarki sonuçları, bir başka gerçeği de ortaya koyması bakımından ayrıca çok dikkat çekici oldu. Bu gerçek, İsrailin Hizbullah konusundaki istihbarat yoksunluğuydu. Zira, Marun er-Ras, Bint-i Cubeyl ve Ayterun bölgeleriyle Hizbullah füzeleri arasında doğrudan bir ilişki kuran İsrail, Marun er-Rasta kontrolü ele geçirmeyi başardığını açıklasa da bu durumun başta Hayfa olmak üzere kuzeydeki diğer kentlere düşen Hizbullah füzeleri üzerinde hiçbir azaltıcı etkisi olmadı.
ABD Dışişleri Bakanı Riceın Ortadoğu gezisiyle başlayan yeni sürece değinmeden önce savaşın ilk aşamasının taktik ve stratejik hedefler bakımından bilançosunu çıkarmakta yarar var.
1-İsrailin en güçlü olduğu hava muharebesi, savaştığı asli güç olan Hizbullaha hiçbir kayıp verdiremedi. Sivilleri ve Lübnan alt yapısını hedef alan bu operasyonlardan Lübnan iç siyasetiyle ilgili beklenen sonuçlar da elde edilemedi.
2-Savaşın ilk günü Saar-4.5 tipi savaş gemisinin uğradığı akıbet, İsrailin Hizbullah askeri mevzilerine havadan yapamadığını, denizden yapmasına da imkan vermedi. İsrail deniz kuvvetlerine bağlı savaş gemileri kıyı ablukası kurmuş olsa da Hizbullah mevzilerini denizden dövecek kadar yaklaşamıyor.
3-Lübnanı bir batak olarak gördüğü için 2000 yılının Mayıs ayında işgal ettiği güney Lübnandan çekilmek zorunda kalan İsrailin geniş çaplı bir kara harekatına ve işgale girişmek gibi bir niyetinin olmadığını Genelkurmay Başkanı Halutz da ifade etti. Marun er-Ras, Bint-i Cubeyl ve Ayteruna yönelik sınırlı kara operasyonunun amacı olarak açıklanan Hizbullah füzelerini körleştirme hedefi ise gerçekleştirilebilmiş veya gerçekleştirilse bile sonuç verecek bir hedef olarak gözükmemektedir.
4-Havadan Hizbullahın askeri potansiyeline hiçbir zarar veremeyen ve sivil hedefler ve altyapı konusunda ise yapılabilecek azami şeyleri yapmış bulunduğu için bu alanda caydırıcılığını kaybetmiş olan İsrailin güneydeki kara muharebelerinde de istediği sonuçları alamaması durumunda siyasi sürece üstün bir konumda giremeyeceği ortadadır.
5-Kara muharebesindeki iddiası bilinen Hizbullah, güney Lübnanda bir savunma savaşı yapıyor. Hizbullahın tek karşı saldırı silahı olan füzeleri, İsrail hava kuvvetlerinin Lübnanda yarattığı tahribatı, İsrail kentlerinde yaratamamış olsa da, yapabileceğinin azamisini yapıp stratejik caydırıcılığını yitiren İsrail hava kuvvetlerinin aksine bir yıpratma savaşı içerisinde Lübnana stratejik caydırıcılık kazandırmaya devam etmektedir.
6-Savaşın şimdiye kadarki bilânçosunun toplam hanesinde, sahip olduğu güçlü silahlar ve hava üstünlüğüyle Lübnanlı sivillere ve Lübnan altyapısına büyük zararlar veren ama Hizbullaha yönelik hiçbir darbe vuramayan bir İsrail ordusu; güneyde şimdiye kadar başarılı bir klasik kara savunma muharebesi yürüten ve füzelerle de caydırıcılığını koruyan bir Hizbullah gücü bulunuyor.
Bu bilanço, ABD Dışişleri Bakanı Riceın Ortadoğu ziyareti ve Roma görüşmeleriyle başlayan siyasi ve diplomatik süreci nasıl etkileyecek? ABDnin acil bir ateşkes önermeyen tutumu, bu bilanço ile birlikte değerlendirildiğinde, ABD açısından Hizbullaha şartlar dayatabilecek bir sonucun henüz ortaya çıkmadığının kabulü anlamına geliyor.
Riceın Ortadoğu ziyaretinde gündeme getirdiği çözüm planın ana başlıkları şunlar:
1-Ateşkes sağlanacak
2-Hizbullah Lübnan, İsrail sınırından çekilecek, buraya birkaç aylığına Lübnan ordusu yerleştirilecek
3-Birkaç ay sonra da geniş yetkilerle donatılmış birçok uluslu güç, Lübnan ordusunun yerini alacak
4-Lübnanın yeniden yapılandırılması ve onarımı sağlanacak.
Kuşkusuz bu plan, Lübnan halkı ve Hizbullah açısından 1559 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararından bile daha olumsuz ve aşağılayıcı şartlar içeriyor.
Acil bir ateşkes önerilmeksizin ortaya konan bu planın, eğer bunu kabul etmezseniz İsrailin tasmasını bir müddet daha serbest bırakırız türünden bir tehdit mesaj taşıdığı ortadadır. Bununla birlikte 15 gün boyunca tasması serbest bırakılan İsrailin savaşta Hizbullaha karşı bu şartları dayatabilecek bir üstünlük kuramadığı da bellidir.
Nitekim gerek Hizbullah Genel Sekreter Yardımcısı Şeyh Naim Kasım ve gerekse Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri, sorunun çözümüne değil, bölgedeki ABD ve İsrail hedeflerini gerçekleştirmeye dönük böylesi bir planın kabul edilemez olduğunu açıkladı.
Başta Suudi Arabistan ve Mısır olmak üzere Arap dünyasının şimdiye kadarki tutumunun, ABDyi İsrail taleplerini bir çözüm planı şeklinde ortaya koymakta cesaretlendirdiği söylenebilir. Simon Perezin ifadesiyle tarihte ilk kez Arap ülkelerinin desteğini de arkasına alan İsrailin her şeye rağmen Hizbullah üzerinde hiçbir nüfuzu bulunmayan bu destekçilerle Rice planını Lübnana kabul ettirebilmesi oldukça zor görünüyor.
İsrailin halen Hizbullah karşısından açık bir askeri zaferinden söz edilemediğine göre Lübnan içinde Hizbullahın, bölgede de Suriye ve İranın makul görmeyeceği hiçbir planın başarıya ulaşma şansının olmadığı söylenebilir.
1559 sayılı karardan bile bir adım ileri atarak güney Lübnana çok uluslu güç yerleştirmeyi ve bundan sonraki süreçte Hizbullahı İsraille değil uluslar arası toplumla muhatap kılmaya çalışmayı, sadece Hizbullahın değil, Lübnandaki hiçbir siyasi grubun kabul etmeyeceği ortadadır.
Siyasi ve diplomatik sürecin başlamasıyla ikinci aşamaya giren savaşın bundan sonra da ağırlıklı olarak Marun er-Ras, Bint-i Cubeyl ve Ayterun üçgeninde şiddetlenen kara muharebeleri şeklinde devam edeceği ve Hizbullahın İsrail hava saldırılarına füzelerle cevap vermeye devam edeceği beklenebilir.
Fakat ikinci aşamada hava saldırılarıyla söyleyebileceği her şeyi söylemiş olan İsrailin aksine Hizbullahın Hayfa ötesine taşıyacağı bir savaş, uluslar arası toplumu yakın zamanda acil ateşkes için harekete geçmeye zorlayabilir.
Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrullahın dün gece el-Menar televizyonunda yayınlanan savaşın Hayfa ötesi aşamasının başladığı ve bu yeni aşamada gerilla savaşı da başlatacakları yönündeki açıklamaları bu açıdan dikkat çekicidir.
Nitekim bu açıklamanın hemen ertesi sabahı Hizbullahın hayfa Tel-Aviv arasında yer alan Netanya kentindeki sivilleri füze saldırısı konusunda uyaran açıklaması da Hizbullahın dayatılan şartları değil, sadece görüşülebilir şartları müzakere edebileceğinin mesajı olmuştur.
Şu an bazı Arap ülkelerinin desteğini dahi almaktan dolayı çok güçlü bir siyasi konuma sahipse de geniş çaplı bir kara harekâtıyla Hizbullahı mağlup edemeyen ve Hizbullah füzelerini engelleyemeyen İsrailin görüşme masasından kazançlı ayrılması mümkün gözükmüyor.
Öte yandan aleyhindeki tüm siyasi şartlara rağmen, Hizbullahın kara muharebelerinde İsrailin Litani Irmağının kuzeyine geçmesine izin vermemesi ve İsrail açısından bir Çin işkencesine dönen füze saldırılarını menzili uzatarak sürdürmesi, Lübnanın müzakere masasına şart dayatılan değil şart koşan bir ülke olarak oturmasını sağlayacaktır.